İnsanoğlunun programlanmış üreme düzeneği, tabiattaki pek çok canlıdan daha karmaşık olmasına rağmen son derece hızlı çoğalmaya yönelik evrilmiştir. Bazı memeliler yılda sadece 2 defa gebe kalabilme sürecine girebilirken (yani yılda bir veya iki defa ovülasyon ve adet döngüsü yaşarken) biz insanlar yılın 12 ayı adet görmeye, her ay yumurtlamaya ve dolayısıyla her an üremeye hazır bir sistemi çalıştırmaya devam ediyoruz.
Üremeye bu denli istekli bir canlı türü olduğumuz için özellikle kadınlarda üreme çağı içinde diyelimki 15-45 yaş aralığında kabul edelim, tam 360 defa ovülasyon, yumurtlama ve adet görme söz konusu oluyor. Erkeklerde ise durum dahada haşin ilerliyor, sperm üretimi 7/24 devam ediyor ve genelde bir yaş sınırlaması yok. Son çalışmalara göre yaşlanmamızdan sorumlu olan hücresel telomeraz aktivitesi azalması, sadece sperm üreteme hattı hücrelerde reverse transkritptaz vb. enzimler ile ilgili mekanizmalar sayesinde kendini koruyabiliyor. Bunun anlamı şu; erkek kişi yaşlansa dahi sperm üretimi yaşlanmasın, tam gaz devam etsin. Belki de ölümsüzlüğün ya da daha yumuşak bir söyleyiş ile; yaşlanmazlığın sırrı bu hücrelerde gizlidir.
Bu kadar hızlı ve aktif çalışan kadın üreme sisteminin diğer canlılara göre daha sık ve erken arıza verme ihtimali düz mantıkla ilk aklıma gelen şey olur hep… Diğer yandan çok sık bebek doğurmak antik insan için büyük bir sorun oluşturmuştur. Henüz doğum kontrolü bilinmeyen zamanlarda, kontrolsüz gebelikler insan gelişimini evrimleşmesini büyük amaca hizmetten uzaklaştırabilirdi. Büyük amaç neydi? Büyük amaç; insan denen memelinin daha zeki, daha güçlü, daha uzun yaşayan ve çevresine tam uyum sağlayan tek öncü hakimiyeti sağlamasıydı.
Büyük amaç için insan üremesine sınırlamalar gelmesi gerektiği barizdi. Doğanın kendi doğum kontrol yöntemlerini uygulamaya başlaması lazımdı. Bunun için kadim hız sınırlayıcıları gelişti. Farkında olmadan insanların bazıları daha seyrek yumurtlamaya başladı, bazıları adet görmeden ayları atladı. İşte denge böyle sağlanmaya çalışıldı. Peki bahsettiğim bu doğal sınırlayıcılar neler olabilir? Bence en önemlisi, polikistik over sendromu, kısaca PKOS diyoruz buna. Diğer sebelere şimdilik girmeyeceğim ( Akraba evliliği gibi gen havuzu problemleri vb). PKOS artık bir hastalık olarak da kabul edilmiyor zaten; günümüzde sadece bir kişisel özellik olarak tanımlanıyor. PKOS‘lu kadınlarda her ay yumurtlama olmuyor. Yılın birçok ayı gebelik olmuyor. Kilo alma, tüylenme, sivilcelenme gibi şikayetler de oluyor. Şimdiki zamanlarda biz bu doğal hız sınırlayıcılarını düzeltmekte oldukça zorlanıyoruz, bazen hiç düzeltemiyoruz.
Bir tüpbebek doktoru olarak; aslında doğal olarak gebe kalamayacak çiftlerin, IVF yöntemiyle bebek sahibi olduklarını görünce aklımdan acaba tabiata aykırı bir iş mi yapıyoruz diye sorular geçmiyor değil… Ama şunun farkındayım ki, temel içgüdülerimiz anne baba olmak. Evlat sahibi olmak dünyanın en güzel deneyimi. Bu mutluluğu herkesin yaşamasını istiyoruz. Tüp bebek yaparken fiziksel olarak en sağlıklı görünen embriyoyu seçiyor, genetik testleri ile (PGT) gen hastalığı olmayan embriyoları seçiyoruz. Biz de tüp bebek hekimleri olarak her yeni gebelik haberinde anlatılamaz duygular içine giriyoruz ve ailenin mutluluğunu paylaşıyoruz. Büyük amaç hep aynı sağlıklı ve güçlü yeni nesiller oluşturmak.
OP. DR. SERTAÇ ŞEN
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı